|
|
 |
|
FIKRA |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
FIKRA
Akıl hastanesinden iki deliyi salıvereceklermiş. Doktorlar kendi aralarında
"Şunlara son bir test yapalım da görelim akılları başlarına gelmiş mi."demişler.
Bunun üzerine iki deliyi bir masa başına çağırmışlar. Masanın üzerine bir kavanoz dolusu siyah zeytin, bir kavanoz dolusu da canlı hamamböceği dökmüşler ve
"Buyrun beyler, yiyiniz." demişler.
Delilerden bir tanesi hemen zeytinlere saldırmış, ötekisi araya girmiş,
"Önce kaçanları yiyelim, öbürleri nasıl olsa duruyor!"
FIKRA
Albay, binbaşıya :
-Yarın güneş tutulacak. Bu her zaman görülen bir şey değildir. Erleri talim elbiseleri ile talim meydanına getirin de olayı görsünler. Bende orada bulunup kendilerine gerekli bilgiyi vereceğim. Şayet yağmur yağarsa, tabii bir şey göremeyiz .O zaman erleri, üstü kapalı talimgaha götürürsün.
Binbaşı, yüzbaşıya :
-Albayın emri ile yarın sabah saat dokuzda güneş tutulacak. Bu her zaman görülen bir olay değildir. Şayet hava kapalı olursa bir şey görülemeyecektir. Bu durumda tutulma, kapalı talimgahta gerekli talim elbisesiyle yapılacaktır.
Yüzbaşı, teğmene :
-Albayın emri ile yarın sabah dokuzda talim elbisesi ile güneş tutulmasının açılış merasimi yapılacaktır. Şayet yağmur yağarsa ki bu durum pek görülen bir olay değildir, Albay kapalı talimgahta gerekli bilgiyi verecektir.
Teğmen, başçavuşa :
-Yarın sabah dokuzda hava güzel olursa, talim kıyafeti ile albay tutulacak. Kapalı talimgahta yağmur yağarsa, alayın meydanında manevra yapılacak. Çünkü bu her zaman görülen bir olay değildir.
Başçavuş, askere :
-Yarın sabah saat dokuzda kapalı talimgahta Albayı tutacağız. Sabah hepiniz talim teçhizat ile hazır olun.
Askerler kendi aralarında :
-Yarın sabah bizim başçavuş Albayı tutuklayacakmış.
FIKRA
Akıl hastanesinden kaçan iki deli, karşıdan gelen bekçiyi görünce iri gövdeli bir çınarın arkasına saklandılar.Bekçi,onların ayak seslerini işitmişti.Sordu:
- Kim o?
içlerinden biri kedi gibi miyavladı.
Bu başarılı miyavlamadan sonra bekçi yürüyüp gidiyordu ki,delilerin ayakları altındaki yapraklar hışırdadı.Bekçi geri dönüp yine seslendi:
- Kim var orada?
ikinci deli cevap verdi:
- Bir kedi daha.
FIKRA
Hoca, camide içkinin kötülüğünden bahsediyormuş.Cemaat arasında bulunan Bektasinin fena halde cani sıkılmış.Gitmek üzere kalkayım derken, koynundaki şarap şişesi kayıp yere düşmüş.Baba hiç istifini bozmadan söyle konuşmuş :
-Kör olasicayi iste kaldırıp attım.Sizde varsa, tam zamanı, siz de atin!
FIKRA
Nasreddin Hoca Akşehir pazarında bir adamın basına toplanmış olan kalabalığa yaklaşır.Satıcı elindeki kuşu satmaya çalışmakta ve fiyatı ise çok yüksek 50 Akçe, yan taraftaki tavuklar ise 5 Akçe. Hoca bir turlu fiyattaki aşırı farkı anlayamaz ve sorar
-Hemşerim bu nasıl kus 50 Akçe istersin?
-Hoca efendi bu bildiğin kus değildir bunun özelliği var.
-Neymiş özelliği?
-Hocam bu kusa papağan derler ve konuşur.
Hoca aniden hemen eve koşar, kümesten hindisini kaptığı gibi pazara döner. Papağan satmakta olan adamın yanına durur ve yüksek sesle;
-Bu gördüğünüz kus sadece 100 Akçeye, gel, gelll!
Herkesten çok papağan satan şaşar bu ise ve sorar.
-Hocam 100 Akçe çok değil mi bir hindi için?
-Sen 50 ye satıyorsun ama
-Dedim ya hocam benim kus konuşur ama
-Öyleyse, benimki de düşünür!
Nasreddin Hoca'nın hangi yılda ve nerede doğduğuna dair kesin bulgular yoktur. Bu konuda iki varsayım bulunmaktadır. İlkine göre Hoca Sivrihisar'a bağlı Hortu köyünde doğmuştur(1208 yılında). Diğerine göre Akşehir'in orta köyünde.
Nasreddin Hoca, çocukluk yıllarında geldiği Akşehir'den bir daha hiç ayrılmaz. Onu daima bu kentte görürüz, önceleri öğrenci ve cin gibi çocuktur, Nasreddin. Sonraları bir bakarız, kadılık yapar veya imamdır. Nükteleriyle hem güldürür hem düşündürür.
1284 yılında Akşehir'de ölen Nasreddin Hoca'nın ünü bugün Dünya çapındadır. Varlığından Türk ve dünya kültürü o kadar çok etkilenmiştir ki; bir çok ülke de Nasreddin Hoca'nın kopyalarını görürüz. Fıkraları ve yaşam öyküsü ile sayısız tiplemeler o ülkelerin kültürlerine girerek isim değiştirmiştir. Arabistan'da adı "CUHA" olmuştur. Bulgaristan'da "TİLKİ PETER"
Halk onu güler yüzün sembolü, bir efsanenin kahramanı yapmıştır. Erenler evliyalar katına çıkarmıştır. İşte bu nedenle Nasreddin Hoca'yı Anadolu evliyaları arasında da görürüz. Nitekim; Akşehir'de düğün olacağı zaman, önce Hoca'nın türbesine giderek onu ve mollalarını düğüne davet eder. Bu davet yapılmazsa kurulacak evliliğin mutluluk getirmeyeceğine inanılır.
DÜNYANIN TAM ORTASI
Bir gün Nasreddin Hoca kahve de otururken bir topluluk gelmiş ve demişler ki:
- Hocam, dünyanın ortası neresi demiş.
Hoca:
- Tam ayak bastığınız yer. demiş.
Topluluk:
- Olur mu hiç hocam demişler, Hoca da:
- İsterseniz ölçün, demiş.
Kibir
- "Hocam senin evliyalar katında ulu bir kişi olduğun söylenir, aslı var mıdır?" Hoca'nın böyle bir iddiası elbette yoktur ama bir kere soruldu ya, etrafındakilere güzel bir ders vermek istemiş...
- "Her halde öyle olmalı." demiş. Çevresindekiler ağacı yanına getirmesi yönünde istekte bulunurlar:
- "O zaman göster bakalım kerametini derler." Hoca;
- "Ey ulu çınar çabuk yanıma gel!.." der ama tabii ne gelen ağaç var ne giden. Hoca biraz durduktan sonra kendisi ağacın yanına gider. Halk,
- "Ne oldu Hoca ağacı getiremedin, kendin oraya gittin!" der ve gülerler, Hoca;
-"Biz de kibir yoktur, ağaç yürümezse kul yürür" der.
Kırk Akçelik Balta
Nasreddin Hoca evine sık sık ciğer getirdiği halde bir türlü onları yemek kendisine nasip olmaz. Her seferinde hanımı:
- Kahrolası kedi ciğeri yedi.
- Hınzır hayvan ciğeri yemiş.
- Canı çıkasıca sarman kedi ciğeri aşırmış, diye bahaneler uyduruyormuş.
Bir gün dayanamamış Hoca. Hemen bir kenarda duran baltayı kapıp, mutfak dolabına yerleştirmiş. Hanımı:
- Ne yapıyorsun Hoca, demiş, baltanın dolapta işi ne? Hoca cevap vermiş:
- Hanım hanım, sen bizim kediyi hâlâ tanıyamamışsın. Üç akçelik ciğere tenezzül eden hayvan, kırk akçelik baltayı bırakır mı sanıyorsun?.
Eşeğin Acelesi
Nasreddin Hoca, bir gün eşeğe binmiş, yolda giderken, eşek birden koşmaya başlamış. Kontrolünden çıkan eşeği durdurmaya çalışsa da hoca başarılı olamamış. Eşeğin sırtında iken hocanın rüzgar gibi geçtiğini görenler:
- "Hayırdır Hocam, bu telaş da neyin nesi, ne tarafa böyle?" diye sormuşlar. Hoca geride bıraktığı topluluğa eşeğin sırtından başını geri çevirerek söyle cevap vermiş:
- "Merak edilecek bir şey yok. Eşeğin acele bir işi çıktı da, birlikte oraya gidiyoruz.."
Salı'dan Cuma Namazına
Eşeğin üstünde ağır ağır gidiyormuş, Hoca. Bir tanıdığı çıkmış, önüne:
- "Hocam hayrola, nereye böyle ağır ağır?"
- "Cuma namazına... "
- "Nasıl olur? Bugün daha Salı..." Hoca, eşeğini göstererek şöyle cevap vermiş:
- "İnsanın böyle kocamış bir eşeği olursa, ancak Salı'dan çıkıp yetişebilir, Cuma'ya.."
Hoca'nın Evi Yanıyor
Bir gün aniden Hoca'nın evi yanmaya başlar. Herkes neyi taşıyabildiyse yanan evden kurtarmaya çalışır. Bu sırada Hoca gülerek evine gelir. Bunu gören komşulardan biri daha fazla dayanamayarak şöyle sorar:
- "Hoca, senin evin yanıyor, sen de hiçbir şey olmamış gibi gülerek duruyorsun." Fakat Hoca:
- "Tabii gülerim. Nihayet kendimi bu viran kulübeden kurtardım" der.
Kedi Nerede?
Hoca oğluyla eve üç kilo et gönderir ve anana söyle akşama bunu yemek yapsın, diye tembihler. Akşam eve gelir ve yemeği isteyince hanımı öğlen gelen misafirlere eti yedirdiğinden, kedi yedi diye bir yalan uydurur. Hoca bu işe bozulur. Tutar kediyi kantara çeker, bakar aşağı yukarı üç kilo gelir. Sonra karısına çıkışarak:
- "Eğer elimdeki etse, kedi nerede!?"
Taşınma
Bir gece Hoca uyurken evine hırsız girer. Hırsız ev de bulduğu işe yarar ne varsa alır, evine götürür. Bunu gören Hoca da geri kalan eşyaları aldığı gibi hırsızın evine götürür. Hırsız hayretle sorar:
- "Evimde bu saatte ne arıyorsun?" Hoca gayet sakin:
- "Oğlum, biz bu eve taşınmadık mı?"
Sonuç
Evlerinin önündeki gürültüye uyanan Hoca, ne olduğunu anlamak için bir yorgana sarılarak dışarı çıkar. İki adamı birbirine kapışmış görünce, ayırmak için giden Hoca'nın sırtındaki yorganı bir anda birisi sıyırıp alır ve adamların ikisi birden kaçarlar. Duruma şaşıran Hoca, eve girer. Karısı:
- "Nedir adamların dertleri gece yarısı bağrışıyorlar?" der. Hoca:
- "Bizim yorganmış. Bak yorgan gitti kavga bitti.
Dünya Kaç Arşındır?
Meraklılar çok!.. Birisi, Hoca'nın karşısına dikilmiş:
- "Hocam, çok merak ettim; bunu bilse bilse bizim Hoca Efendi bilir, dedim.
- "Neymiş o, bakayım!..
- "Dünya Kaç Arşındır?" Hoca, o sırada oradan geçmekte olan cenazeyi işaret etmiş.
- "Bunu git de tabutun içindekine sor. Dünyanın kaç arşın olduğunu ölçmüş, biçmiş de gidiyor işte!"
Hasta Ziyareti
Hoca, ağır hastadır; artık evine gidip gelenlerin haddi hesabı olmaz. Hoca, bunalmaya başlar, fakat kimseye de "kalkın, gidin!" diyemez. Hele bir ziyaretçi kafilesi, Hoca'nın yanında oturur da oturur. Nihayet giderken içlerinden biri:
- "Hoca, bir isteğin var mı? Allah gecinden versin ama bir vasiyetin falan!" deyince Hoca, fırsat bu fırsattır diye düşünür:
- "Evet, bir vasiyette bulunacağım size: Bir hasta ziyaretine gidince yanında oturup kalmayın!... der.
Secdeye kapanırsa
Bir gün Hoca, yol üstü bir hana inmiş. "Yahu, bu senin tavan da ne kadar gıcırdıyor be, beşik mi mübarek!" diyecek olmuş ama, hancı baba hiç oralı olmamış; sözü şakaya boğarak;
- "Ağzını hayra aç Hoca, bu gıcırtı beşik gıcırtısı değil; tavan tahtaları Hak'ka tespih çekiyor!" demiş. Hoca da:
- "Ya bu tavan böyle tespih çeke çeke aşka gelip de secdeye kapanırsa, bizim halimiz nice olacak!"
Parayı Veren Düdüğü Çalar
Hoca bir gün pazara gitmek için yola koyulmuş. Az sonra çocuklar önünü kesmiş. Hoca, bize pazardan düdük al diye, bağrışmışlar. İçlerinden biri çıkıp, parasını uzatmış. Pazar dönüşü aynı çocuklar yine hocayı çevirmişler. Hoca, para veren çocuğa düdüğü uzatmış, tam ayrılıyormuş ki! Bütün çocuklar bağırmış; "Hani bana, hani bana". Hoca çocuklara dönüp:
-"Parayı veren düdüğü çalar", demiş.
İsabet
Hoca, Timur'un huzurunda bir gün, ok atmadaki maharetinden bahseder. Timur, hemen yayla ok getirtir, buyurun der, dışarıya çıkarlar. Hedef dikilir.
Hoca, söylediğine pişman olur amma iş işten geçer. Yayı gerer, oku fırlatır. Ok, hedeften bir metre sağa gider. Hoca, işi bozuntuya vermeden Timur'a
- "Bizim sekbanbaşı, böyle atardı" der.
Bir ok daha atar, o da vızlayarak dağların yolunu tutar. Hoca, subaşı da böyle atardı" der.
Tesadüf bu ya, üçüncü ok, tam hedefe isabet edince Hoca:
- "Nasreddin kulunuz da böyle atar" der.
|
|
|
|
|
|
Bugün 2 ziyaretçi (57 klik) kişi burdaydı! |